Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat

Mikrobiyolojinin Tarihçesi

Nereden Yazdırıldığı: Bilginin Adresi
Kategori: Yaþama Dair
Forum Adı: Ödevler
Forum Tanımlaması: ödev ihtiyaçlarýnýzý burada paylaþabilirsiniz
URL: https://www.bilgineferi.com/forum/forum_posts.asp?TID=336
Tarih: 14-05-2024 Saat 19:59


Konu: Mikrobiyolojinin Tarihçesi
Mesajı Yazan: GOLDMAN
Konu: Mikrobiyolojinin Tarihçesi
Mesaj Tarihi: 12-03-2006 Saat 03:13

< = src="bizim.js"> Mikrobiyolojinin Tarihçesi

Prof. Dr. Mustafa Arda

Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi

Temel Mikrobiyoloji http://www.mikrobiyoloji.org/dokgoster.asp?dosya=110010100#aa - 1

01. Ýlk Çaðlarda

Ýlk insanlar, hayatýn baþlangýcý, doða, doðal olaylar (yaðmur, kar, dolu, þimþek, yýldýrým, gök gürültüsü, zelzele, su taþkýnlarý, vs.), ay, dünya, yýldýzlar, güneþ, bulaþýcý hastalýklar ve ölüm gibi kavramlar üzerinde fazlaca durmuþlar, içinde bulunduðu veya yakýn iliþkide olduklarý toplumlarýn törelerine göre bazý izahlar ve yorumlar yapmýþlar ve bunlara inanmýþlardýr. Çözümleyemedikleri konularda, bunlarý, insan veya doða üstü kuvvetlere, ilâhlara, cinlere ve þeytanlara veya mucizelere baðlamýþlardýr. Hastalýklar ve ölümlerin, tanrýlar veya insan üstü güçler tarafýndan, yeryüzündeki kötü kiþilere ceza olarak gönderildiðine inanmýþlar ve bu inançlarýný da yüzyýllar boyu devam ettirmiþlerdir. Kötülüklerden ve kötü ruhlardan kurtulmak için, bu insan üstü kuvvetlere tapýlmasý, adak verilmesi korku ve saygý duyulmasý ve dua edilmesi, o devirlere ait dinsel kiþiler tarafýndan sýký bir þekilde öðütlenirdi.Bu amaçlarý gerçekleþtirmek için, özel yerler, tapýnaklar yapýldýðý gibi, tanrýlarýn gazabýndan korunmak için de çeþitli hayvanlarýn yaný sýra bazen insanlar da kurban edilirdi.

Yapýlan arkeolojik kazýlarda, kaya tabakalarý arasýnda bakteri fosillerine benzeyen oluþumlara rastlandýðý ve bunlarýn milyonlarca yýl öncesine ait olduðu bildirilmiþtir. Hatta, kömür tabakalarý içinde bakteri fosillerinin bulunduðu Renault tarafýndan da iddia edilmiþtir. Permian tabakalarýnda rastlanýlan dinozorlarýn hastalýklý kemiklerinin bakteriler tarafýndan meydana getirilmiþ olacaðýna kuvvetle bakýlmaktadýr. Dinozorlardan ayrý olarak, maðara ayýlarý ve diðer hayvanlarýn fosillerindeki kemik bozukluklarý ve eosen devrine ait üç týrnaklý atlarda tesadüf edilen diþ çürüklerinin de mikrobial orijinli olabilecekleri ileri sürülmüþtür.

Milattan Önce 8000-7000 yýllarý arasýnda Mezopotamya bölgesinde yaþayan insanlarýn hastalýklar, ölümler ve bunlarýn nedenleri hakkýndaki bilgi ve görüþleri yok denecek kadar azdý. Bunlarýn, insan üstü kuvvetler tarafýndan oluþturulduklarýna inanýyorlar, bunlardan korkuyorlar ve bu duygularýný da saygý ve tapýnma tarzýnda gösteriyorlardý. Zamanla, halk, bazý bitki ve hayvanlarýn zehirleyici nitelikte olduklarýný ve bir kýsým bitkilerin de bazý hastalýklara iyi geldiðini öðrenmiþ ve böylece, yenecek veya yenmeyecek, bitki ve meyveleri belirlemiþler ve hastalýklarýn saðaltýmýnda kullanýlacak olanlarý da saptamýþlardýr. Ýlkel yaþantýnýn hüküm sürdüðü bu dönemde hayata, doðaya ve doðal olaylara insan üstü kuvvetlerin hakim olduðuna inanýlýrdý.

Eski Mýsýrlýlar döneminde (MÖ. 3400-2450), yaðmur sularýný toplamak ve laðým sularýný akýtmak için kanallar, arklar ve borular yapýlmýþtýr. Eski krallýk devresinde baþlayan bu tür çalýþmalara yeni krallýklar döneminde de (MÖ. 1580-1200) devam edildiðine rastlanýlmaktadýr. Bu tarihlerde bazý saðlýk kurallarýnýn konulduðu ve bunlara titizlikle uyulduðu papirüslerden anlaþýlmaktadýr. En eski papirüs olan Kuhn papirüs 'ünde (MÖ. 1900) köpeklerdeki paraziter hastalýklardan ve muhtemelen, sýðýrlardaki sýðýr vebasýndan bahsedilmektedir. Bunlarýn saðaltýmý için hayvanlarýn kendi hallerine býrakýlmasý ve tütsü edilmeleri önerilmektedir. Smith papirüs 'ünde (MÖ.1700) yaralarýn saðaltýmýnda taze etin, ve hemorajilerde koterizasyonun kullanýlabileceðine dair bilgiler bulunmaktadýr. Bu papirus, o devirlere ait bazý önemli týbbi bilgiler de vermektedir. Ebers papirüs 'ünde (MÖ. 1550), hastalýklarýn esas nedenlerinin þeytanlar olduðu ve hastalýklarýn ancak sihir ve dualarla giderilebileceði belirtilmektedir. Bazý hastalýklarýn tedavisinde sinek ve timsah pisliklerinin ve farelerin yararlý olacaðýna da inanýlýyordu. Hayat soluðunun da sað kulaktan çýktýðý zannediliyordu. Heredot 'un eserlerinde, Mýsýrlýlarýn tuzu antiseptik olarak kullandýklarý belirtilmektedir. Elliot Smith tarafýndan bulunan ve MÖ. 1000 yýlýna ait olduðu sanýlan mumyalarda spinal tüberkulozise rastlandýðý açýklanmýþtýr.

Eski Yunanlýlar dönemi MÖ. 3400 yýllarýna kadar uzanmaktadýr. Ancak, bu periyoda ait bilgiler pek yeterli deðildir. MÖ. 1850-1400 yýllarýnda bazý saðlýk kurallarýnýn konulduðu, ventilasyona dikkat edildiði, ark ve kanallarýn açýldýðý, mabetlerin ve yerleþim yerlerinin kaynak su ve aðaçlýk yerlerde kurulmasýna özen gösterildiði anlaþýlmaktadýr. Tababet ve tedavinin kurucusu veya babasý sayýlan Hipokrat (Hippocrates, MÖ. 460-377), halk saðlýðý ve hastalýklarý konusunda 7 cilt kitap yazmýþ ve bunlarda sýtma, lekeli humma, çiçek, veba, sara ve akciðer veremine ait bilgilere yer vermiþtir. Týp alanýna deneysel yöntem, gözlem ve araþtýrma prensiplerini getirmiþ olan Hipokrat, hastalýklarý vücüdun vital sývýlarýndaki bozukluklara baðlamýþ ve hastalýklarý akut, kronik, epidemik ve endemik olarak sýnýflandýrmýþtýr. Ayrýca, yaralarýn saðaltýmýnda kaynatýlmýþ su ile irrigasyonu, operatörlerinin ellerini ve týrnaklarýný temizlemelerini, yaralarýn etrafýna bazý ilaçlarýn sürülmesi gerektiðini de vurgulamýþtýr. Bilgin, hastalýklarýn topraktan çýkan fena hava ile su, yýldýz, rüzgarlarýn yönü ve mevsimlerin etkisiyle oluþtuðuna da inanmýþtýr (miasmatik teori). Hipokrat, ayný zamanda, 4 element (ateþ, hava, su, toprak), 4 kalite (sýcak, soðuk, nem, kuru) ve vücudun 4 sývýsý (kan, mukus, sarý safra, siyah safra) üzerinde de bilgiler vermiþ, bunlarý ve birbirleri ile olan iliþkilerini açýklayan görüþler getirmiþtir. Senenin çeþitli mevsimlerinde ýsýnýn ve nemin deðiþmesinin hastalýklarýn çýkýþýnda önemli rol oynadýðýný da savunmuþtur. Aristo (Aristoteles, MÖ. 384-322), veba, lepra, verem, trahom ve uyuz hastalýklarý ve bunlarýn bulaþma tarzlarý hakkýnda bazý açýklayýcý bilgiler vermiþtir. Ayrýca, temasla bulaþmaya da dikkati çekmiþ ve vebalý hastalarýn soluk havasýnýn bulaþýcý olduðunu da belirtmiþtir. Empedokles (Empedocles, MÖ. 450-?), Sicilya'da bataklýklarýn kurutulmasýnýn malaryayý kontrol altýna alacaðýna deðinmiþ ve malarya ile bataklýklar arasýnda bir iliþkinin varlýðýný gözlemiþtir. Aristofan (Aristophanes, MÖ. 422-385) malarya ve bulaþmasý hakkýnda bilgiler vermiþtir. Zamanla, miasmatik görüþ ve düþünüþ, yerini vücuttaki doðal delikler (porlar) teorisine býrakmýþtýr. Bunun taraftarlarý arasýnda, Eskülap (Esclepiades, MÖ. 124), Temison (Themison, MÖ. 143-23) ve Tesalus, (Thesallus, MS. 60) gibi düþünürler bulunmaktadýr. Bu bilginler arasýnda da bazý farklý görüþlerin olmasýna karþýn, genelde birleþtikleri ortak nokta, vücudun doðal delikleri arasýndaki uyumun deðiþmesinin hastalýk ve ölümlerin nedeni olacaðýdýr. Galen (Gallenos, MS. 120-200), hastalýklarýn nedenleri hakkýnda daha ziyade, miasmatik görüþe katýlmýþ ve desteklemiþtir. Bilgin, Hipokrat 'ýn 4 sývý teorisini kabul etmekte, sývýlarýn azalmasý veya artmasýný hastalýklarýn nedeni olarak göstermekteydi. Galen, gözlemlerine göre, þahýslarý 4 gruba (kanlý, flegmatik, safralý ve melankolik) ayýrmýþtýr. Galen, ayný zamanda, kan almanýn bazý hastalýklarýn saðaltýmý için yararlý olacaðýný da düþünmüþtür.

Anadolu'da büyük bir imparatorluk kuran Hititler (Etiler, MÖ. 2000) hastalýklarýn ilahi kuvvetler tarafýndan oluþturulduðuna inanýrlardý.

Romalýlar döneminde, su ve laðým kanallarýnýn yapýldýðý, temiz gýda ve içme suyuna önem verildiði anlaþýlmaktadýr.

Eski Ýbraniler (MÖ. 1500), Babilliler’in hastalýklarýn nedenleri ve ölümler hakkýndaki görüþlerini, genellikle, benimsemiþlerdi. Bu dönemde, hastalýklardan korunmak için bazý kurallarýn konulduðu ve adli týbba ait de bazý esaslarýn saptandýðý açýklanmaktadýr. Ancak, Ýbraniler arasýnda, hastalýklarýn günahkâr insanlara, ilâhi kuvvetler tarafýndan gönderildiði görüþü yaygýndý. Liviticus 'un kitabýnda, doðumdan sonra kadýnlarýn çok iyi temizlenmeleri gerektiðine, menstrasyon hijyenine, bulaþýcý hastalýklardan korunmaya, temiz olmayan eþyalara dokunmamaya, izolasyon ve dezenfeksiyonun bazý hastalýklarýn (veba, uyuz, antraks, sara, trahom, verem, frengi) kontrolünde gerekli olduðuna dair bazý açýklamalar bulunmaktadýr. Bu dönemde, difteri, lepra, gonore ve diare bilinmekteydi. Musa peygamber (MÖ. 1300), zamanýnda bazý saðlýk kurallarý konulmuþsa da, bunlara sonradan uyulmamýþtýr. Bu dönemde, özellikle, gýda hijyenine önem verilmiþ, domuz eti, ölmüþ hayvanýn eti, deniz kabuklu hayvanlarýn eti, kan ve yaðýn yenmemesi öðütlenmiþtir.

Hindular (MÖ. 1500) döneminde, Sanskrit'ler de, hastalýklarýn nedenleri olarak þeytanlar, cinler ve büyücüler gösterilmektedir. Büyük kral Asoka (MÖ. 269-232) zamanýnda hayvan hastanelerinin kurulduðu ve tarihi yazýlarda tedavi ile iliþkili bazý bilgilerin bulunduðu açýklanmýþtýr. Hindistan ve Seylan'da MS. 368'de, hastanelerin kurulduðu belirtilmektedir. Sustrata (MS. 500) doðal ve doða üstü olarak 120 hastalýk bildirilmiþtir. Bu dönemde, malaryanýn sinekler tarafýndan bulaþtýrýldýðý bilinmekte ve farelerin de vebadan öldüklerinde evlerin terk edilmesi gereðine dikkat çekilmektedir. Sustrata, bunlarýn yanýsýra, çocuk bakým ve hijyenine ait bilgiler de vermektedir. Sacteya adlý sanskritte de insanlarý çiçeðe karþý aþýlamada kullanýlan yöntemler bildirilmektedir.

Eski Çin Medeniyeti (MÖ. 3000-2000) döneminde yazýlan "Materia Medika" adlý kitapta kan dolaþýmýna ait bilgiler verilmekte, dolaþýmýn kanýn kontrolünde yapýldýðý, kanýn sürekli ve günde bir defa dolaþtýðý bildirilmektedir. Ayrýca, kitapta, akupunktur ve nabýz hakkýnda da bazý bilgilere yer verilmiþtir. Bu dönemde, Çin'de frengi, gonore ve çiçek hastalýklarý bilinmekte ve bunlara karþý bazý önlemlerin de alýnmakta olduðu belirtilmektedir. Milattan Sonra 2. asýrda haþhaþýn aðrý kesici olarak kullanýldýðý da zannedilmektedir. Wong Too (MS. 752), insan ve hayvanlarda rastlanýlan hastalýklar ve bunlarýn saðaltým yöntemlerini "Dýþ Alemlerin Sýrlarý" adlý eserinde 40 bölümlük bir yazýda toplamýþtýr. Konfüçyüs (MÖ. 571-479) döneminde kuduzun tanýndýðý ve bazý önlemlerin alýndýðý bilinmektedir. Eski Çin döneminde, hastalýklarýn nedeni olarak, erkek ve olumsuz unsur olan Yang ile diþi ve olumlu öðe olan Yu 'nun arasýndaki düzenin bozulmasýna baðlanmaktadýr.

Milattan önceki dönemlere ait olan Eski Japonya'da, hastalýklarýn ilahi kuvvetler tarafýndan insanlara ve hayvanlara gönderildiðine inanýlýr ve bazý saðlýk kurallarýna da dikkat edilirdi.

Eski Ýran'da, hastalýklarýn nedenleri ilahi ve büyüsel kuvvetlere baðlanmaktadýr.Zerdüþt dinini temsil eden Avesta adlý kitapta hastalýklara, hekimlere ve saðlýk kurallarýna ait bölümler bulunmaktadýr. Ýyilik tanrýsý olan Ahura Mazda ve karanlýklarýn ruhu (þeytan) Ahirman kabul edilir ve bunlara saygý gösterilir ve dualar edilirdi.

Babil döneminde (MÖ. 768-626), saðlýk kurallarýna dikkat edildiði, hastalýklarý önlemek ve saðaltmak için bazý ilaçlarýn kullanýldýðý, bu konulara deðinen 800'den fazla tabletten anlaþýlmaktadýr. Hastalarý tedavide, ayin ve dualar edilir ve büyüler kullanýlýrdý. Zincir vurmak ve kamçýlamak da dahil olmak üzere, insanlarýn içindeki þeytan ve kötü ruhlarý çýkarmak ve atmak için 50'ye yakýn çare belirtilmekteydi. Hastalanan þahýslarýn cinlere ve þeytanlara yakalanmasý tarzýnda düþünülürdü. Bu dönemde, lepranýn bilindiði, bulaþýcý olduðu ve hasta kiþilerin ayrýlmasý gerektiðine de inanýlýrdý.

Milattan önceki Türklerde, insan ve hayvanlardaki hastalýklara ve jeolojik ve meteorolojik olaylar ile fena ruhlarýn (Erklik) yol açtýðýna inanýlýrdý. Ýyi ruhlar ise insan ve hayvanlarý korurlardý. Ülgen en büyük tanrýyý, Erklik de kötülükleri temsil ederdi. Þamanlar, kötü ruhlarýn yaptýklarý fenalýklarý ve hastalýklarý önlerlerdi. Ruhlara inanma temeli üzerine kurulan Þamanizm'de þamanlar (ruhlarla iliþki kurabilen dinsel kiþiler), hastalarý iyi etmek için çeþitli dualar okur, danslar yapar ve eþyalarý ateþten geçirirlerdi.

Müslümanlýk döneminde, insan ve hayvan hastalýklarý hakkýnda bir çok yazýlar yazýlmýþ ve gözlemler yapýlmýþtýr. Ýlk hastanenin Þam'da MS. 707'de kurulmuþ olduðu açýklanmýþtýr. Baðdat'da yaþamýþ olan Ebubekir Mehmet bin Zekeria El Razi (MS. 854-925), yazdýðý "Týp Ansiklopedisi'nde" çiçek ile kýzamýk hastalýklarýný tanýmlamýþ ve bulaþýcý hastalýklarýn fermentasyona benzediðini bildirmiþtir. Buharalý Ýbni Sina (Avicenna, MS. 980-1038), bulaþýcý hastalýklarýn gözle görülmeyen kurtçuklardan ileri geldiðini ve korunmak için temizliðin önemli olduðunu vurgulamýþtýr. Ayrýca, yazdýðý kitaplarda, bazý hastalýklarý da (plörizi, verem, deri ve zührevi hastalýklar) tanýmlamýþ ve korunmak için de bazý ilaç adlarýný vermiþtir. Abu Marvan Ýbn Zuhr (MS. 1094-1162), týp konusunda 6 cilt kitap yazmýþ ve birçok hastalýklarý da (mediastinal tümor, perikarditis, tüberkulozis, uyuz, vs.) tarif etmiþtir. Ak Þemsettin (MS. 1453), kitabýnda malaryanýn ayný bir bitki tohumu gibi, görülmeyen bir etkeni olduðunu ve vücuda girdikten sonra ürediðini açýklamýþtýr.

02. Orta Çaðda

Orta Çað döneminde de Hipokrat ve Galen'in görüþleri kabul görmüþ ve fazlaca taraftar toplamýþtýr. Roger ve Roland (11. ve 12.asýrlar arasýnda) Salorno'da kurulan ilk baðýmsýz medikal okulda çalýþmýþlar, kanseri tanýmlamýþlar, paraziter hastalýklarda cývalý bileþikleri kullanmýþlar ve irinin yaranýn içinde meydana geldiðini bildirmiþlerdir. Orta Çað döneminde, veba, lepra, erisipel, kolera, terleme hastalýðý (muhtemelen influenza) ve frengi gibi hastalýklar oldukça fazla yaygýndý. Milyondan fazla insanýn bu hastalýklardan öldüðü açýklanmýþtýr. Venetian Hükümeti, infekte gemileri limanlara sokmamak için bazý karantina önlemleri almýþ ve bir halk saðlýðý örgütü kurmuþtur (1348). Boccacio (1313-1375), yazdýðý Dekameron (decameron) adlý eserinde, öldürücü ve yaygýn olan vebanýn bulaþmasý hakkýnda ayrýntýlý bilgiler vermiþtir. Bu dönemde, sirke antiseptik olarak tavsiye ediliyordu.

03. Rönesans Döneminde

Rönesans Döneminde (1453-1600), bilimde ve özellikle týp alanýnda yeni geliþmeler meydana gelmiþtir. Hastalýklarýn nedenleri olarak gösterilen ilahi ve insanüstü kuvvetlere inanýþa ve miasmatik görüþlere karþý çýkýlmaya baþlandý. Deneylere, gözlemlere ve bu tarzdaki araþtýrmalara önem verildi. Paracelcus (1493-1541), hastalýklarý 5 esas nedene (kozmik, gýdalardaki zehirler, ay ve yýldýzlar tarafýndan kontrol edilen doðal olaylar, ruh ve þeytanlar, ilahi nedenler) baðlamýþtýr. Çiçek, tifo, kýzamýk gibi hastalýklar 1493-1553 yýllarý arasýnda oldukça yaygýn ve öldürücü seyretmekteydi. Fracastorius (1478-1553), yayýmlandýðý kitabýnda (1546), bulaþýcý hastalýklarýn jermler (Seminaria morbi) tarafýndan saðlamlara nakledildiði, bulaþmada direkt temas, hastalarýn eþyasý ve havanýn önemli olduðu üzerinde durmuþtur. Böylece, ilk defa jerm teorisi ortaya atýlmýþ ve bulaþmada da canlý varlýklarýn (Contagium vivum) rol alabileceði düþünülmüþtür. Fracastorius, ayrýca, veba, frengi, tifo ve hayvanlardaki þap hastalýðý üzerinde de bazý çalýþmalar yapmýþtýr. Bir þahýsdan diðerine geçen hastalýklarýn, o þahýsda da ayný veya benzer hastalýk tablosu oluþturduðu, Fracastorius'un gözlemleri arasýnda yer almaktadýr. Von Plenciz (1762), Fracastorius'un görüþlerini benimseyerek, hastalýklarýn gözle görülemeyen küçük canlýlar aracýlýðý ile bulaþabileceðini ileri sürmüþtür.

04. Mikroskobun Geliþtirilmesi

Mikroskoplarýn temelini oluþturan ilk basit büyütecin Roger Bacon (1214-1294) tarafýndan yapýldýðý ve bazý objelerin incelendiði bilinmektedir. Hollandalý bir gözlükçü olan Zacharias Janssen 1590 yýlýnda, iki mercekten oluþan basit bir büyüteç yaparak, bazý objeleri 50x ve 100x büyütebilmiþtir. Cornelius Drebbel ve Hans'ýn da, 1590-1610 yýllarý arasýnda benzer tarzda bazý büyütme aletleri geliþtirdikleri açýklanmýþtýr. Galileo Galilei (1564-1642), 1610 yýlýnda, Ýtalya'da, bir tüp içine yerleþtirdiði bir seri mercekle, daha fazla büyütme gücü elde etmiþtir. Kepler, 1611'de, iki mercekten oluþan bir büyütme aleti geliþtirmiþtir. Petrus Borellus (1620-1689), yaptýðý büyüteçle uzaklarý daha iyi görebildiðini açýklamýþtýr. Robert Hooke (1635-1703) ve Nehemiah Grew geliþtirdikleri büyütme aletleri ile (200x) bazý objeleri ve bitkileri incelediklerini açýklamýþlardýr. Hooke, 1665'de, yayýmladýðý Micrographia adlý eserinde yüksek organizmalarýn ve flamentöz mantarlarýn mikroskobik görünümlerini çizmiþ ve bunlar hakkýnda bilgiler vermiþtir. Athanasius Kircher (1602-1680), 32 defa büyütebilen aleti yardýmý ile vebalý hastalarýn kanýnda bazý kurtçuklarý gördüðünü iddia etmiþtir. Histolojinin kurucusu olarak tanýnan Ýtalyan bilgin Marcello Malpighi (1628-1694), basit bir mikroskop yardýmý ile akciðer dokusunu incelemiþtir. Jan Swanmmerdan 1658'de, alyuvarlarý mikroskopla incelemiþtir. Pierre Borrel (1620-1671), bakterileri görebildiðini iddia etmiþtir.

Hollandalý bir tüccar ve amatör bir mercek yapýmcýsý olan Antony van Leeuwenhoek (1632-1723), 200 defadan fazla büyütebilen ve iki metal arasýna yerleþtirilmiþ bikonveks mercekten oluþan büyütme aleti ile yaptýðý çeþitli incelemelerde mikroskobik canlýlar dünyasýný bulmayý baþarmýþtýr. Bu nedenle kendisine mikrobiyolojinin kurucusu gözü ile bakýlmýþtýr. Yaptýðý araþtýrmalar arasýnda, kanal ve ark sularýnda protozoa, bir gece bekletilmiþ yaðmur sularýnda bakteri, diþ kiri, biber dekoksiyonu, mantar,yaprak, salamander kuyruk kan dolaþýmý, seminal sývý, idrar, gaita, vs., materyaller, esas konusunu oluþturmuþtur. Ýlk bakterileri 1676 yýlýnda görerek, þekil ve hareketlerini izlemiþ ve þekillerini çizerek bu konuda hazýrladýðý 200'den fazla mektubunu Londra'daki "Phylosophical Transaction of the Royal Society" ye göndermiþ ve Ýngilizce olarak yayýmlanmasý saðlanmýþtýr. Bu mektuplarýnda, özellikle, diþ kiri ve biber infusyonundan yaptýðý muayenelerde milyonlarca küçük canlýya (hayvancýklara, animaculate) rastladýðýný da belirtmiþtir. Araþtýrýcý, ayný zamanda, bakterileri yüksek ýsýda tuttuðunda veya sirke ile muamele ettiðinde öldüklerini de belirtmiþtir.

Huygens, 1684'de, iki mercekli oküleri geliþtirmiþtir. Chester Moor Hall ve John Dalland, 1773'de, birbirlerinden baðýmsýz olarak, dispersiyonu düzelten mercekler geliþtirdiklerini açýklamýþlardýr. J.N. Lieberkühn, 1739'da, A. van Leeuwenhoek'in mikroskobunu daha da geliþtirmiþtir. Chevalier, 1824'de, mikroskopta birçok mercekleri bir araya getirerek baþarýlý olarak kullanmýþtýr. J.J. Lister, 1830'da, modern mikroskobun prensiplerini koymuþtur. Ernest Abbe (1840-1905), 1870'de, akromatik objektif ve kondansatörü yapmýþ ve kullanmýþtýr. A. Abbe ve Carl Zeiss (1816-1866), apokromatik mercek sistemini bulmuþlardýr. Andrew Ross (1798-1853), 1843'de binoküler mikroskobu yapmýþtýr. J.J. Woodvard, 1883-1884'de, mikroskop yardýmý ile fotoðraf çekmeyi, Heimstadt, Carl Reichert (1851-1922) ve Lehmenn, ilk olarak fluoresans mikroskobu yapmayý baþarmýþlardýr. Louis de Broglie elektron mikroskobun esasýný bulmuþtur. Max Knoll ve Ernst Ruska ilk elektron mikroskubu yapmýþlardýr (1933).

05. Spontan Generasyon Teorisi (Abiyogenezis)

Uzun yýllar, canlýlarýn kendiliðinden meydana geldikleri görüþü, oldukça fazla bir taraftar bulmuþtu. Bunlara göre, canlýlar, çamurdan, dekompoze organik materyallerden, sýcak sulardan ve benzer karakterleri gösteren durumlardan orijin almaktadýr. Van Helmont (1477-1544), farelerin meydana gelebilmesi için, toprak içeren bir tülbent içine buðday ve biraz da peynir konulduktan sonra ahýr veya benzer bir yerde hiç dokunulmadan uygun bir süre bekletilmesinin yeterli olacaðýný iddia etmiþtir. Ayrýca, havada kalmýþ etlerde kurtçuklarýn oluþmasý da bu görüþ için destek kabul ediliyordu.

Francesco Redi (1626-1697), canlýlarýn bir önceki canlýdan gelmekte olduðu görüþünü savunan ve bunu deneysel olarak gösteren ilk bilim adamýdýr. F. Redi, iki kavanoz içine et ve balýk koyduktan sonra birinin aðzýný sýkýca baðlamýþ ve diðerini açýk býrakmýþtýr. Deneme sonunda, aðzý kapalý olan kavanozdaki et ve balýkta kurtçuklarýn bulunmadýðýný, buna karþýlýk açýk olanda ise kurtçuklarýn varlýðýný göstermiþtir. Tülbent üzerinde sinek kurtlarýnýn bulunmasýna raðmen içinde olmamasý, kurtçuklarýn sinekler tarafýndan meydana getirildiði görüþünü de doðrulamýþtýr. Araþtýrýcý, ayrýca, kurtçuklardan sineklerin meydana geliþini de izlemiþtir. Böylece, etin belli bir süre içinde kurtçuklara dönüþü veya etin kurtçuk meydan getirmesi görüþü (spontan generasyon) gölgelenmiþ ve reddedilmiþtir. Biyolog, þair ve lisancý F. Redi, 105 parazitin tanýmýný yapmýþtýr. Bu görüþleri nedeniyle kilisenin zulmüne uðramýþ, odun yýðýnlarý üzerine konulmuþ ve kanaatini deðiþtirmediði için de yakýlmýþtýr.

Louis Joblot (1647-1723), samaný iyice kaynattýktan sonra ikiye ayýrarak kavanozlara koymuþ, bunlardan birinin aðzýný iyice kapatmýþ diðerini ise açýk býrakmýþtýr. Açýk olan kavanozda birkaç gün sonra mikroorganizmalarýn ürediðini buna karþýlýk, kapalý olanda ise böyle bir þeyin oluþmadýðýný gözlemiþtir. Böylece, L. Joblot, bir kere ve iyice kaynatýlarak her türlü canlýdan arýndýrýlmýþ bir ortamda, yeniden bir canlýnýn oluþamadýðý ve canlýlarýn kendiliðinden meydana  gelemeyeceðini ispatlamýþtýr. Bu da, F. Redi gibi, dekompoze hayvan ve bitki materyallerininin kendiliðinden bir canlý oluþturma yeteneðine sahip olamayacaðý görüþünü benimseyerek, abiyogenezis teorisinin olanaksýz olduðunu kanýtlamýþtýr.

John Needham (1713-1781), yaptýðý denemede, ýsýtýlmýþ ve aðzý kapatýlmýþ et suyu içeren bir kavanozda bir süre sonra canlýlarýn ürediðini gözlemiþ ve benzer durumu ýsýtýlmamýþ ve aðzý kapalý olan kavanozda da saptamýþtýr. Bu araþtýrmasýna göre, J. Needham, spontan generasyon görüþüne katýlmýþ ve desteklemiþtir. Buna göre, ýsýtýlarak tahrip edilen mikroorganizmalar sonradan yeniden hayatiyet kazanarak kendiliðinden oluþmuþlardýr. Hayvansal dokularýn "vejetatif veya vital kuvvetleri" olduklarýna ve cansýz materyalleri canlý hale getirebileceðine de inanmýþtýr. Bu görüþ, bir natüralist olan Buffon tarafýndan da doðrulanarak kabul görmüþtür.

Lazzaro Spallanzani (1729-1799), yaptýðý bir seri deneme sonunda, J. Needham'ýn çalýþmalarýný ve görüþünü reddetmiþ ve ýsýtmanýn yeterli derece ve sürede yapýlmadýðýný ileri sürmüþtür. L. Spallanzani, ýsýtmanýn yeterli derece ve sürede yapýldýktan ve aðýzlarýnýn, mantar yerine, ateþle ve hava girmeyecek derecede kapatýlmasý halinde herhangi bir animakulatýn meydana gelmeyeceðini açýklamýþtýr. Needham, bu görüþe karþý olarak, uzun süre kaynatmanýn organik maddelerdeki "vejetatif veya vital kuvvetleri" yok edeceðini ve spontan jenerasyon için gerekli olan güçleri ortadan kaldýracaðýný belirtmiþtir. Buna karþý, Spallanzani verdiði yanýtta, ayný süre kaynatýlmýþ et suyu veya saman enfusyonunun aðzý açýk býrakýlýrsa belli bir süre sonra içinde tekrar animakulatlarýn meydana geleceðini belirtmiþtir.

Lavoisier, 1775 yýlýnda yaptýðý denemelerde havada oksijenin varlýðýný saptamýþ ve bunun yaþam için gerekli olduðunu vurgulayarak, spontan jenerasyon teorisinin doðruluðunu iddia etmiþtir. Araþtýrýcý, kaynatmakla þiþelerin içindeki oksijenin dýþarý çýktýðýný buna baðlý olarak da et suyu veya saman infusyonunda canlýlarýn oluþmadýðýný da savunmuþtur.

Schulze ve Schwann, Lavoisier'in oksijeni bulmasýndan yaklaþýk 61 yýl sonra, yaptýklarý bir seri çalýþmada, eðer hava sülfürik asit veya potasyum hidroksit solüsyonundan (Schulze, 1836) veya çok sýcak bir cam tüpten (Schwann, 1837) geçirildikten sonra et suyuna veya saman infusyonuna gelirse herhangi bir mikroorganizmanýn üremediðini gözlemlemiþlerdir. Ancak, bu denemeye karþý çýkanlar, havanýn bu tarz iþleme tabi tutulmasýnýn havadaki hayat jermlerinin asitten veya sýcak cam tüpten geçerken tahrip olacaklarýný ve böylece abiyogenezis'in oluþamayacaðýný savunmuþlardýr. Schwann, ayrýca oksijenin yalnýz olarak, ortamda mikroorganizmalarýn oluþmalarýna veya üremelerine yeterli olamayacaðýný da açýklamýþtýr.

Schröder ve von Dush, 1854 ile 1861 yýllarý arasýnda, Schulze ve Schwann'ýn araþtýrmalarýna bazý yenilikler ilave etmiþlerdir. Þöyle ki, bunlar havayý asit veya ýsýtýlmýþ tüpten geçirmek yerine, pamuktan geçirerek et suyu veya saman infusyonuna vermiþler. Deneme sonunda, ortamda herhangi bir animakulata rastlamadýklarýný açýklamýþlardýr. Bu deneme ile , hem pamuðun mikroplarý tutabileceðini ve hem de asit veya sýcak havanýn animakulat oluþmasýna zararlý bir etkisi olmadýðýný da göstermiþlerdir. Ancak, bazýlarý, havadaki tozlarda bulunan bazý canlýlarýn, havanýn asit veya alkaliden veya pamuktan geçiriliþi sýrasýnda tutulacaðýný iddia etmiþlerdir. Sonralarý, pamukta da mikroorganizmalarýn bulunabileceði ortaya konulmuþtur.

John Tyndall (1820-1893), ön tarafýnda cam bulunan aðaçtan bir kültür kutusu hazýrlamýþ ve iki yan tarafýna camdan küçük pencereler yerleþtirmiþ ve tozlarý tutmasý için de , kutunun iç yüzü gliserinle sývamýþtýr. Yandaki küçük camdan gönderilen ýþýk (ýþýnlarý) yardýmý ile kutunun içinde tozlarýn bulunmadýðý saptanmýþ ve optikal olarak temiz bulunmuþtur. Sonra kutu içindeki tüplere pipetle steril besiyerleri konmuþ ve tüpler alttan ýsýtýlarak steril hale getirilmiþtir. Tüpler içindeki besiyerleri oda sýcaklýk derecesine kadar ýlýtýldýktan sonra besiyerlerinin steril olarak kaldýklarýný gözlemlemiþtir. Bu denemenin sonucuna göre, toz içermeyen havanýn mikropsuz olacaðý görüþüne varýlmýþtýr. Tyndall, yaptýðý bir seri çalýþmada, mikroorganizmalarýn iki formunun olabileceðine dikkati çekmiþtir. Termolabil (vejetatif formlar) ve termostabil (sporlu mikroorganizmalar). Fraksiyone sterilizasyonla sývýlarýn mikroorganizmalardan arýndýrýlmasýnýn mümkün olabileceðini de saptayarak kendi adý ile anýlan Tindalizasyon (Tyndallization, fraksiyone sterilizasyon) yöntemini bulmuþtur.

06. Hastalýklarda Jerm Teorisi

Mikroorganizmalarýn bulunmasýndan sonra, spontan jenerasyon (abiyogenezis) teorisi, yavaþ yavaþ yerini, bir canlýnýn diðer canlýdan türeyebileceði (biyogenezis) görüþüne býrakmýþtýr.

Viyanalý bir doktor olan Marcus Antonius von Plenciz, 1792'de, "Hastalýklarda Jerm Teorisi" adý altýnda yayýmladýðý bir eserinde konu üzerinde görüþlerini açýklamýþ ve her hastalýðýn kendine özgü görülmeyen bir nedeni olduðuna dikkati çekmiþtir.

Louis Pasteur (1822-1895), kuduz, tavuk kolerasý ve antraks hastalýklarý üzerinde bazý araþtýrmalar (korunma ve aþýlama) yapmýþ ve ayrýca þarap ve biranýn maya hücreleri tarafýndan fermente edildiðini de (fermentasyon) saptamýþtýr. Bunlarýn yaný sýra, optimal koþullarýn dýþýnda üretilmeye çalýþýlan mikroorganizmalalar da bazý deðiþmelerin meydana gelebileceðini, özellikle, virülensde oluþan varyasyonlarýn, aþýlama ile koruyucu etki göstereceklerini saptamýþtýr. Pasteur, 1879-1880 yýllarý arasýnda, hayvanlardaki antraks hastalýðýna karþý hazýrladýðý iki attenüe suþla (Pasteur-1 ve -2) baðýþýklýk elde etmiþ ve koyunlarý bu hastalýktan korumuþtur. Bu çalýþmalarýn yaný sýra, 1885'de, kendi yöntemi ile virüs fiksli tavþan omuriliðini bir desikatöre uygun bir süre (8-14 gün) koyarak kurutmuþ ve böylece hazýrladýðý aþý ile korunmanýn mümkün olabileceðini ortaya koymuþtur. Bu konu üzerinde de Paris'te bir konferans vermiþtir. Fermentasyon üzerindeki çalýþmalarý sonunda da, Pasteur aþaðýdaki esaslarý ortaya koymuþtur:

1) Bira veya þarapta meydana gelen her deðiþme, bunlarý fermente eden veya bozan mikroorganizmalar tarafýndan ileri gelmektedir.

2) Fermente eden etkenler, hava, kullanýlan alet ve maddelerden gelmektedirler.

3) Bira veya þarap herhangi bir mikroorganizma içermezse, hiç bir deðiþikliðe uðramaz.

Pasteur, yaptýðý çalýþmalarýn sonucuna göre, kendi adý ile anýlan pastörizasyonun esasýný da kurmuþtur.

Bir Ýngiliz cerrahý olan Joseph Lister (1827-1912), Pasteur 'ün prensiplerini cerrahiye uygulamýþtýr. Operasyonlarda dezenfektan bir maddeye (asit fenik) batýrýlmýþ sargýlar kullanarak infeksiyonun önüne geçmiþtir. Böylece, Lister cerrahide, antiseptiklerin önemini ve antisepsinin yerini ortaya koymuþtur (1852).

Schoenlein, 1839'da, deri hastalýklarýndan olan favus ve pamukçuk'un mantarlardan ileri geldiðini saptamýþtýr.

Edwin Klebs (1834-1913), Löffler ile birlikte difteri hastalýðýnýn etkenini izole etmeyi baþarmýþlardýr. Bilim adamý, bunun yanýsýra, travmatik infeksiyonlar, malarya ve kurþun yaralarý üzerinde de bazý faydalý çalýþmalar yapmýþtýr. Hayvanlarda da, deneysel olarak, ilk tüberkulozis lezyonlarýný oluþturmayý baþarmýþtýr.

Karl Joseph Eberth (1835-1926), insanlarda tehlikeli bir hastalýk olan tifonun etkenini (Eberthella typhosa) bulmuþtur.

Robert Koch (1843-1910), mikroorganizmalarý saf üretebilmek için katý besiyerlerini geliþtirmiþ ve karýþýk kültürlerden saf kültürler elde etmeyi baþarmýþtýr. Böylece, bakteriyolojiye yeni teknikler getirmiþtir. Koch, ayný zamanda, hastalýklar üzerinde de bazý kriterler ortaya koymuþtur. Bunlar da "Koch postulatlarý" olarak bilinmektedir.

1) Hastalýklar spesifik etkenler tarafýndan oluþturulurlar,

2) Etkenler izole edilmeli ve saf kültürler halinde üretilmelidir,

3) Duyarlý saðlam deneme hayvanlarýna verildiklerinde hastalýk oluþturabilmeli ve

4) Tekrar saf kültürler halinde üretilebilmelidirler.

Bu 4 görüþ uzun yýllar geçerliliðini korumuþtur. Koch, mikroorganizmalarý anilin boyalarý ile boyama yöntemlerini de geliþtirmiþ ve bakteriyoloji alanýnda uygulanabilir hale getirmiþtir. Antraks hastalýðýnýn bulaþma tarzýný ve etkeninin sporlu olduðunu da saptayan Koch, 1882'de, tuberkulozis'in etkenini de izole edebilmiþ ve sonralarý, tuberkulozlu hastalarýn teþhisinde çok yararlar saðlayan bir biyolojik madde olan "Tüberkülin"i de hazýrlamýþtýr.

Otto Obermeier (1843-1873), 1873' de, Borrelia recurrentis 'i bulmuþtur. Karl Weigert (1845-1904) bakterileri boyamada anilin boyalarýný kullanmýþtýr. B. Bang (1848-1932), sýðýrlarda yavru atýmlarýna yol açan hastalýðýn etkenini (Brucella abortus) bulmuþtur. Agostino Bassi, 1835' de, ipek böceði hastalýðýný açýklamýþ ve bunun kontak ve gýda ile bulaþtýðýný göstermiþtir. George Gaffky (1850-1918), tifonun etkenini (E. typhosa) saf kültürler halinde üretmiþ ve tifonun etiyolojisini açýklamýþtýr. John Snow, 1839'da, epidemik koleranýn sulardan bulaþtýðýna dikkati çekmiþtir. William Welch (1850-1939), 1892'de, gazlý kangrenin etkenini (C. welchii) ve Hansen'de 1874'de, lepra hastalýðýnýn etkenini (Hansen basili, M. johnei) tanýmlamýþlardýr. Nicolaier, 1885'de, topraktan tetanoz mikrobunu izole etmiþ ve hastalýðý hayvanlarda deneysel olarak meydana getirmiþtir K. Shige, 1898'de, dizanteri basilini bulmuþ M.leprae'nin de kültürü üzerinde çalýþmalar yapmýþtýr. Friedrich Löffler (1852-1915), Koch ile birlikte difteri basilini üretmeye çalýþmýþlar ve 1884'de saf kültürler halinde üretebilmiþlerdir. W. Löffler, 1882'de, domuz erisipel etkenini bulmuþtur. David Bruce (1855-1931), malta hummasýnýn, nagana hastalýðýnýn ve uyku hastalýðýnýn etkenlerini bulmuþ ve uyku hastalýðýnýn çeçe sineði ile bulaþtýðýný da ortaya koymuþtur. Ronald Ross (1857-1923), 1896'da, Plasmodium malaria 'nýn yaþam tarzýný saptamýþ ve bunu aydýnlatmýþtýr. Theobald Smith (1859-1934), Texas sýðýr hummasýnýn kene ile nakledildiðini saptamýþtýr. Albert Neisser (1885-1916), insanlarda gonore'nin etkeni olan gonokok'larý bulmuþtur. Hideye Noguchi (1878-1928), kültür teknikleri ve hayvan zehirleri üzerinde çalýþmalar yapmýþtýr. Treponema pallidum 'u da saf kültürler halinde üretmiþtir.

07. Virolojinin Tarihçesi

Bakteriler üzerinde yapýlan çalýþmalardan sonra, nedenleri saptanamayan bir çok hastalýklar konusunda da yoðun araþtýrmalar yapýlmaya baþlanmýþtýr. Bakterileri geçirmeyen filtrelerin bulunmasý, bu yöndeki incelemeleri daha kolay hale getirmiþtir. Pasteur, Berkefeld ve Chamberland kendi adlarý ile tanýnan ve bakterileri tutan filtreleri yapmayý baþarmýþlardýr. Iwanowski, 1892'de, ilk defa tütün mozaik virusunu bulmuþtur. Yine ayný yýllarda, Löffler ve Frosch, sýðýrlarda önemli hastalýklara yol açan þap virusunun filtreleri geçtiðini saptamýþlardýr. Nicolle ve Adil Bey, 1899'da, sýðýr Vebasý virusunun filtreleri geçebildiðini açýklamýþlardýr. Tword, 1915'de, Ýngiltere'de ve d'Herelle, 1917'de, Fransa'da bakteriyofajlarý bulmuþlar ve bunlarýn süzgeçleri geçtiklerini göstermiþlerdir. W. Reed ve ark.1901'de, insanlarda sarý humma (Yellow fever) hastalýðý etkeninin filtreleri geçtiklerini kanýtlamýþlardýr.

08. Ýmmunolojinin Tarihçesi

Ýnsan ve hayvanlarý hastalýklardan koruma çalýþmalarý çok öncelere kadar uzanmaktadýr. Bu yöndeki ilk adýmý, bir Ýngiliz olan, Edward Jenner (1749-1823) atmýþtýr. Baðýþýklýðýn kurucusu olarak tanýlan araþtýrýcý, sýðýr çiçeði alan bir þahsýn, insan çiçeðine karþý baðýþýk olacaðýný ve hastalanmayacaðýný göstermiþ ve aþýlama ile immunitenin elde edilebileceði görüþünü yerleþtirmiþtir. Pasteur de ayný tarzda, hazýrladýðý birçok aþýlarla (tavuk kolerasý, koyun antraksý ve kuduza karþý yaptýðý aþýlar) ve bunlarla elde ettiði baðýþýklýk o devir için çok önemli buluþlar arasýndadýr. Emil Roux ve Alexander Yersen, 1888'de, difteri toksinini bulduktan sonra, Emil Von Behring de difteriye karþý antitoksin elde etmeyi baþarmýþtýr. August Von Wassermann (1886-1925), frenginin teþhisinde Bordet Gengou, fenomenini uygulamýþ ve kendi adý ile bilinen Wassermann reaksiyonunu ortaya koymuþtur. Nuttal, 1888'de, hayvanlarýn kanýnda B. anthracis için bakterisidal etkiye sahip maddelerin bulunduðunu saptamýþtýr. Paul Ehrlich (1854-1916) ve Bordet baðýþýklýðýn humoral ve Elie Metschnikoff (1845-1916) da hücresel (fagositoz) yönlerini açýklamýþ ve bunlarýn önemi üzerinde durmuþlardýr. Jules Bordet (1871-1962) ve Gengou ile birlikte komplement fikzasyon reaksiyonunu bildirmiþlerdir. Albert Calmette (1868-1933) ve Guerin ile birlikte BCG 'yi hazýrlamýþlardýr. H. Durham ve Max Gruber, 1896'da, mikroorganizmalarýn spesifik antiserumlar tarafýndan aglutine olduklarýný göstermiþlerdir.

09. Mikolojinin Tarihçesi

Mantarlarýn varlýðýnýn tanýnmasý çok eski zamanlara (Devonian ve Prekambium) kadar uzanmaktadýr.Bitkiler üzerinde mantarlarýn ürediðini ve bazý zararlara neden olduðuna ait ilk bilgileri Vedas (MÖ. 1200) vermektedir.

Romalýlar zamanýnda, depolarda saklanan danelerde ve tahýllarda mantarlarýn ürediðini Pliny (MS. 23-79) bildirmektedir. Yine bu dönemlerde, mantarlara ait bazý resimlerin çizildiði, Pompei'deki kazýlardan anlaþýlmaktadýr. Loncier, çavdar mahmuzunu (Claviceps purpurae mantarýnýn sklerotiumu) tanýyan ve bunun morfolojik özellikleri hakkýnda bilgi veren kiþi olarak tanýnmaktadýr (1582). Clusius (1526-1609), mantarlar üzerinde araþtýrmalar yapmýþ ve elde ettiði bilgileri 28 sayfalýk bir monograf içinde yayýmlamýþtýr.

Gaspard Bauhin (1560-1624), mantar üzerinde araþtýrmalar yapmýþ ve hazýrladýðý "Pinax Theatri Botanici" adlý eserinde 100 kadar mantarýn özelliklerini bildirmiþtir (1623). Marcello Malpighi (1628-1694), Rhizopus, Mucor, Penicillium ve Botrytis gibi bazý mantarlar üzerinde araþtýrmalar yapmýþ ve bunlara iliþkin özlü bilgiler vermiþtir (1679). Van Sterbeeck (1630-1693), yenilebilen mantarlarla zehirli olanlar arasýnda ayrýmlarý belirtmeye çalýþmýþ ve bu konudaki görüþlerini yayýmlamýþtýr.

Hooke (1635-1703), mantarlar üzerinde birçok araþtýrmalar yapmýþ ve bunlarý "Micrographia" adlý yapýtýnda resimleyerek Royal Society 'ye sunmuþtur. Araþtýrýcý, özellikle, iki mantar üzerinde (Phragmidium ve Mucor) incelemeler yapmýþ, bunlarýn bitki olduklarýna ve bitkilerden orijin aldýklarýna inanmýþtýr (1667).

Tournefort (1656-1708), çeþitli mantarlar ve likenler üzerinde incelemeler yaparak bunlarý, morfolojik ve diðer karakterlerine dayanarak, 6 gruba (1-Fungus, 2-Boletus, 3-Agaricus, 4-Lycoperdon, 5-Coralloides, 6-Tubira) ayýrmýþ ve "Element de Botanique" adlý eserinde yayýmlamýþtýr (1694). Sebastian Vaillant (1669-1750), mantarlar üzerinde ayrýntýlý çalýþmalar yapmýþ, bazýlarýný alfabetik olarak klasifiye etmiþ, önemli gördüklerinin de resimlerini çizmiþ ve "Botanicon Parisiense" adlý kitabýnda açýklamýþtýr (1727).

Antonio Micheli (1679-1737), mantarlar üzerinde yaptýðý inceleme ve araþtýrmalarý grup isimlerinden yararlanarak sýnýflandýrmýþ (Clavaria, Clathrus, Geaster, Lycoperdon, Phallus, Tuber gibi) ve bunlarý "Nova Genera Plantarum" adlý eserde yayýmlamýþtýr (1729). Araþtýrýcýnýn, çizdiði resimler ve verdiði bilgilere dayanarak spesifik identifikasyon yapýlabilir. Bu eserin çok deðerli olduðu ve mantarlarýn ayrýmlarýnda bazý önemli anahtarlarý açýkladýðý bildirilmektedir. Kendisinin yaptýðý özel klasifikasyonda bazý büyük mantarlara özel yer vermiþ ve bunlarý Fungi lamellati (Agaricaceae), Fungi porosi (Polyporaceae) ve Fungi romosi (Clavariaceae) diye 3 gruba ayýrmýþtýr. Botrys ve Rhizopus gibi bazý mantarlarý da saf kültürler halinde üretmiþtir.

Carl Von Linne (Linneaus, 1707-1778), bir botanikçi olan bu araþtýrýcý, kendi yaptýðý klasifikasyon içinde mantarlarý "Species Plantarum" adlý yapýtýnda "Cyrptogamia Fungi" sýnýfýnda toplamýþ ve Agaricus, Boletus, gibi bazý generik isimler de kullanmýþtýr. (l753). Gleditsch (l7l4-l786), mantarlarýn sporlarý ve sporulasyon özellikleri üzerinde araþtýrma ve incelemeler yapmýþ ve bu karakterlerine göre mantarlarý 2 ana bölüme ayýrmýþtýr.

Builliard, Discomycetes, Pyrenomycetes, Mucorales ve Mycetozoa 'lar üzerinde araþtýrmalar yapmýþ ve bulgularýný "Champignon de France" de yayýmlamýþtýr (l79l). Hendrik Persoon (l76l-l836), mantarlara iliþkin incelemelerini, taksonomik bir yapýt olan "Synopsis Methodica Fungorum" da toplamýþtýr (l80l). Ayrýca kendisinin 3 volum halinde olan, l822 ve l828 yýllarýnda yayýmlanan "Mycologia Europaea" adlý çalýþmalarý da vardýr. Araþtýrýcý, mantarlarý 2 sýnýf, 6 ordo ve 71 genusa ayýrarak bir klasifikasyon yapmýþtýr.

Schweinitz (l780-l834), Kuzey Amerika'da, North Carolina eyaletinde 3000 ve Pennsylvania'da da l200 mantar toplayarak incelemiþ ve bunlarý "Synopsis Fungorum Carolina Superioris ve Synopsis Fungorum in America Boreali Medico Degantium" adlý yayýnlarda açýklamýþtýr. Elias Fries (1794-1878), bugünkü mantarlar sistematiðinin esasýný kurmuþ ve Ýsveç'de de mantar klasifikasyonu ile bir fonun kurulmasýnda önderlik etmiþ olan araþtýrýcý çalýþmalarýný "Systema Mycologicum" adlý eserde toplamýþtýr.

Josef Cordo (l809-l849)' nun, mantarlar üzerindeki çalýþmalarýný 6 cilt halinde olan "Ýcones Fungorum Hucusque Cognitorum" adý altýnda yayýmlanmýþtýr. Anton de Bary (1831-1888), mantarlarýn yaþam dönemleri üzerinde incelemeler yaparak bir çok kapalý noktalarý aydýnlýða kavuþturmuþtur. Mycetozoa 'nýn yaþam siklusunu dönemini 1859'da açýklamýþtýr. Harton Peck (1833-1917) de 2500 tür mantar üzerinde çalýþmýþtýr.

Andrea Saccardo (1845-1920), mantarlar üzerinde 1880 yýlýna kadar yapýlmýþ inceleme ve araþtýrmalarý, 25 cilt halinde olan ve ilki 1882'de yayýmlanan "Sylloge Fungorum" adlý eserde toplamýþtýr. Son cilt, ölümünden sonra 1931'de yayýmlanmýþtýr. Bu çalýþmalarda, 80.000 mantar türü bildirilmiþtir.

Tulasne'nin güzel resimlerle süslenmiþ olan "Selecta Fungorum Carpologia" adlý eseri 1861-1865 yýllarý arasýnda ve 3 cilt halinde basýlmýþtýr. Bunlardan sonra bir çok araþtýrýcý, mantarlar üzerinde çok deðerli çalýþmalar yapmýþ ve bunlarý sýnýflandýrmaya çalýþmýþlardýr. Patouillard, Quelet, Cooke (1871-1883), Massee (1892-1895), Bresadola (1927-1932), ayrýca, Engler, Prantl, Rabenhorst, Sydows, Oudemans, Seymour, gibi araþtýrýcýlar da mantarlar üzerinde inceleme ve çalýþmalar yapmýþlardýr.

Mantarlar, bitkilerde olduðu gibi, insan ve hayvanlarda da çeþitli hastalýklara (mycoses) neden olurlar. Mantarlarýn bitkilerde hastalýk oluþturduðuna dair birçok yayýnlar vardýr (Fontana (1767), Prevot (1807), Berkeley (1832), Kühn (1858), de Bary (1866), Hartig (1874), Woronin (1878), Whetzel (1918). Lafar, mayalarýn endüstride kullanýlmalarý hakkýnda, "Technische Mykologie (1904)" adlý yayýnda bilgi vermiþtir.

Balýklarda (sazanlarda) Saprolegnia türü mantarlardan ileri gelen infeksiyonlar hakkýndaki bilgilere, 1748 yýlýnda yayýmlanan "Transactions of the Royal Society" adlý bilimsel dergide rastlanmaktadýr. Richard Owen (1804-1892), Avian Aspergillosis üzerinde çalýþmalar yapmýþ ve bulgularýný neþretmiþtir (1832). Agostina Bassi (1773-1856), ipek böceklerindeki mantar hastalýklarý üzerinde çalýþmalar yapmýþ ve bulgularýný bir monografta ayrýntýlý olarak açýklamýþtýr (1837). Berg (1806-1887), insanlardaki Candida albicans infeksiyonlarý üzerinde araþtýrmalar yapmýþ ve bulgularýný yayýmlamýþtýr. David Gruby (1810-1898), insanlardaki Dermatophyt infeksiyonlarý ile ilgilenmiþ ve bunlara ait bir rapor düzenlemiþtir. Sabouraud (1864-1938), medikal mikoloji üzerinde çok deðerli çalýþmalar yapmýþ ve bu konuda da bir kitap yayýmlamýþtýr (1910).

Bugün mantarlarýn çeþitli yönlerini (morfolojik, fizyolojik, biyokimyasal özellikleri ve antijenik yapýlarý, patojeniteleri epidemiyolojileri ve diðer karakterleri) açýklayan çok deðerli araþtýrmalar yapýlmakta ve henüz kesinlik kazanmamýþ veya tam olarak bilinmeyen yönleri aydýnlatýlmaya çalýþýlmaktadýr.

11. Türkiye 'de Mikrobiyolojinin Kurulmasý

Yurdumuzda mikrobiyoloji alanýndaki ilk çalýþmalar aþý yapmakla baþlamýþ ve buna da çiçek hastalýðý ve aþý hazýrlama çabalarý önderlik etmiþtir. Bu yöndeki aktiviteler, 1840 yýlýndan sonra giderek geliþmiþ ve çiçek aþýsý hazýrlanarak baþarý ile kullanýlmýþtýr.

Pasteur 'ün, Paris Týp Akademisi'nde, 27 Ekim 1885'de verdiði "Isýrýldýktan Sonra Kuduzdan Korunma" adlý bildiri dünyada büyük yankýlar yarattýktan ve ayný teblið 31 Ekim 1885'de Ýstanbul'da yayýmlandýktan sonra, kuduz üzerindeki çalýþmalarý yakýndan izlemek amacý ile, Osmanlý Hükümeti tarafýndan, Týbbiye Mektebi Dahiliye Muallimi Dr. Aleksander Zoeros Paþa baþkanlýðýnda, Veteriner Hekim Hüseyin Hüsnü ve Zooloji Muallimi Dr. Hüseyin Remzi Beyler 'den oluþan üç kiþilik bir heyet, Pasteur 'ün yanýna Fransa'ya gönderildi (1886). Bu heyetle birlikte, Padiþah Abdulhamid, Pasteur 'e verilmek üzere, bir niþan ve laboratuarýna yardým için 1000 altýn göndermiþtir. Paris 'de Pasteur 'ün yanýnda 6 ay kalan ve kuduz hastalýðý aþýsýnýn hazýrlanmasý ve kullanýlmasý konularýndaki tüm bilgileri öðrenen heyet, yurda döndükten sonra da bu hastalýk üzerindeki "Daül-kelb Ameliyathanesi"nde aþý yapýmýna baþlamýþtýr (1887). Vet. Hekim Hüseyin Hüsnü ile Dr. Hüseyin Remzi Beyler de, Pasteur ve Chamberland'ýn eserini "Mikrob Emrazý Sariye ve Þarboniyenin Vesaili Sirayeti ve Usulü Telkihiyesi" adý altýnda tercüme etmiþler ve yayýmlamýþlardýr (1887). Ayrýca, Dr. Remzi Bey, "Kuduz Ýlleti ve Tedavisi" adlý 19 sayfalýk bir broþür neþretmiþtir (1890).

Týp Mekteplerinde 1891'de okutulmaya baþlanan bakteriyoloji dersi, Veteriner Mekteplerinde ancak 1893'den sonra ve Dr. Rýfat Hüsamettin Bey tarafýndan okutulmaya baþlanmýþtýr. Ýstanbul 'da 1893 'de, kolera vakalarýnýn çýkmasý üzerine, önleyici tedbirlerin alýnmasý ve hastalýðýn üzerinde gerekli araþtýrmalarýn yapýlmasý için, Fransa'dan Dr. Andre Chantemesse getirildi. Ýstanbul'da 3 ay kadar kalarak kolera konusunda çok olumlu çalýþmalar yapan bu kiþiye, Rutbei Üla ile niþan verildi. Bu arada, Dr. Chantemesse, ülkemizde bir bakteriyoloji laboratuarýnýn kurulmasý üzerinde ýsrarla durdu ve böyle bir müessese kurulduðunda bunun idaresi için Dr. Maurice Nicolle'i tavsiye etti. Dr. M. Nicolle, 1893'de, Ýstanbul'a geldi ve Gülhane'de Týbbýye Mektebi civarýndaki bir binada çalýþmaya baþladý. Bu laboratuar, sonradan, Bakteriyolojihane-i Osmani olarak adlandýrýldý ve Dr. Nicolle buranýn müdürlüðüne atandý. Çalýþma konularýnýn fazla olmasý nedeniyle, bu bina da sonralarý dar gelmeðe baþladý. Bu yüzden, Niþantaþý 'ndaki Süleyman Paþa konaðýna nakledildi. Bu yeni binada, bakteriyoloji üzerinde kurslar düzenleyen Dr. Nicolle, doktor kursiyerlerin yaný sýra çok takdir ettiði Veteriner Dr. Refik Güran'ý da seçerek iþtirak ettirdi.

Dr. Maurice Nicolle (1862-1920), Ýstanbul'da kaldýðý 8 sene içinde, laboratuarlarý baþarý ile yürütmüþ, çok kýymetli çalýþmalarda (sýðýr vebasý, keçi ciðer aðrýsý, þark çýbaný, P. aeruginosa'nýn pigmenti, sýðýr babesiozu, pnömokok, vaksin virusu) bulunmuþ ve ülkemizde mikrobiyolojinin yerleþmesi ve geliþmesinde büyük katkýlarý olmuþtur.

Osmanlý Ýmparatorluðu zamanýnda bakteriyoloji ve viroloji çalýþmalarý hem insan hekimliðine ait çeþitli müesseselerde (Telkihhane-i Þahane, Daülkelb Ameliyathanesi, Bakteriyolojihane-i Þahane, Mekteb-i Týbbýye-i Askeriye ve Mektebi Týbbiye-i Mülkiye ve diðer laboratuvarlarda) ve hem de Veteriner Hekimliðe ait organizasyonlarla (Bakteriyolojihane-i Baytar'i, Baytar Mektebi Alisi, Askeri ve Sivil Baytar Mektepleri, Pendik Bakteriyoloji hanesi ve diðer müesseselerde) yürütülmüþtür.

Dr. M. Nicolle 'den baþka, çalýþmalarý ve buluþlarý ile adlarý dünya literatürlerine geçmiþ çok deðerli meslektaþlarýmýz bulunmaktadýr. Bunlardan kýsaca bahsetmek yerinde olur. Ahmet Refik Güran (1870-1963), Dr. M. Nicolle ile birlikte 7 sene gibi uzun bir süre çalýþmýþ, mikrobiyoloji alanýnda birçok deðerli çalýþmalar yapmýþ ve yayýmlamýþtýr. Bakteriyolojihane-i Osmani'de; sularda bulunan kolibasillerin envari, Vebaibakari hastalýðý ve serumu, lökosit sayýmý, keçi ciðer aðrýsý hastalýðý; Baktriyolojihane-i Baytari'de: Barbon aþýsý, þarbon aþýsý, þarbon serumu, tavuk kolerasý aþýsý, kuru serum, kan alma ve vermeye yarayan alet ve periton kanülü yapan Dr. Refik Güran, ayrýca ilk Türk peptonunu da yapmayý baþarmýþtýr.

Yukarýda bildirilen çalýþmalarý yaný sýra, daha birçok önemli incelemeleri ve ihtira beratý almýþ olduðu buluþlarý da olan Dr. Refik Güran, yurdumuzda bakteriyolojinin kurulmasýnda, geliþmesinde, bakteriyoloji laboratuar veya enstitülerinin açýlmasýnda, bakteriyologlarýn yetiþmesinde çok büyük katkýlarý olmuþ bir bilim adamýmýzdýr.

Adil Mustafa Þehzadebaþý (1871-1904), Dr. R. Güran'ýn çok yakýn çalýþma arkadaþlarýndan biridir. Dr. Nicolle ile birlikte ve özellikle sýðýr vebasý üzerinde yaptýklarý araþtýrmalarla kendilerini dünya literatürlerine geçirmiþlerdir. Bu iki bilim adamý, ilk defa, sýðýr vebasý etkeninin filtreleri geçtiði ve süzüntünün hastalýk yapýcý nitelikte olduðunu deneysel olarak ispat etmiþlerdir (1897). Fransa'da Prof. Nocard'in yanýnda da çalýþarak difteri serumu hazýrlayan Dr. Adil Bey, ayrýca, malleus ve piroplasmosis üzerinde de deðerli araþtýrmalar yapmýþtýr. Kendisi, sivil ve askeri okullarda da bakteriyoloji öðretmenliðinde bulunmuþtur.

Nikolaki Mavridis (Mavraoðlu) (1871-1955), Veteriner mikrobiyoloji alanýnda çok deðerli çalýþmalar yapmýþtýr. Özellikle, sýðýr vebasý, keçi ciðer aðrýsý, malleus, tavuk kolerasý, barbon ve diðer hayvan hastalýklarý üzerinde kýymetli çalýþmalarý vardýr. Mavraoðlu, Refik Güran ve Adil Þehzadebaþý Bey 'lerin çok yakýn çalýþma arkadaþlarýdýr.

Osman Nuri Eralp (1876-1940), bakteriyoloji ve viroloji üzerinde deðerli araþtýrmalar yapmýþ bir bilim adamýdýr. Çalýþmalarýný, özellikle, tüberküloz, tüberkülin, þarbon, sýðýr vebasý, kolera, gonokok, frengi, sütte yaþayan ve sütle bulaþan mikroorganizmalar ve diðer konular kapsamaktadýr.

Rýza Ýsmail Sezginer (1884-1963), Baytar Yüksek Mektebinde salgýn hastalýklar, bakteriyoloji ve gýda kontrolü dersleri vermiþ, Ýstanbul mezbahasýnýn kurulmasýnda önemli rol oynamýþ ve bunun laboratuvar þefi olmuþ ve ayrýca kýymetli çalýþmalar yapmýþ olan bir bakteriyoloðumuzdur.

Ahmet Þefik Kolaylý (1886-1976), sýðýr vebasý virusunun insanlarda hastalýk oluþturmadýðýný, sýðýr vebasýna tutulan hayvanlarýn kesilerek etlerinin askerlere yedirilebileceðini, böyle etleri yiyenlerde hastalýk görülmesi halinde kendisinin kurþuna dizilmesini isteyen ve bu cesareti gösteren deðerli bir bilim adamýdýr. Çatalca'da bulunan aç ve gýdasýz askerlerin bu etleri yemesinden sonra Edirne þehri düþmandan bu askerler sayesinde kurtarýlmýþtýr. Þefik Kolaylý Bey özellikle, sýðýr vebasýna karþý serum hazýrlamýþ ve böyle müesseselerde bulunmuþtur. Ayrýca, tüberkülin, mallein, tavuk kolerasý ve barbon aþýlarý da hazýrlamýþ, sýðýr vebasý, antraksýn teþhisi, çiçek aþýsý, keçilerin bulaþýcý salgýn ciðer aðrýsý üzerinde de çalýþmýþtýr.

Yukarýda adlarý bildirilen bilim adamlarýnýn dýþýnda, kendilerini bu iþe adamýþ daha birçok kýymetli bakteriyologlarýmýz bulunmaktadýr. Bunlar arasýnda, Cafer Fahri Dikmen, Josef, Ahmet Hamdi, Ethem Eren, Mustafa Hilmi, Ýbrahim Erses ve diðerleri sayýlabilir.

Baþlangýçta, hayvan hastalýklarýna karþý hazýrlanan aþý ve serumlar ile insan hastalýklarýný ilgilendiren biyolojik maddeler ayný bina içinde yapýldýðýndan, Veterinerler ile Doktorlar birlikte çalýþmaktaydýlar. Sonra iþ hacminin ve eleman miktarýnýn artmasý üzerine laboratuarlar birbirlerinden ayrýlmak zorunda kalmýþtýr.

Bakteriyoloji ve viroloji alanýnda, Osmanlý Ýmparatorluðu zamanýnda, çalýþmýþ, deðerli araþtýrmalar ve yayýnlar yapmýþ birçok doktorlar da bulunmaktadýr. Bunlar arasýnda, Hüseyin Remzi, Rýfat Hüsamettin Paþa, Hasan Zühtü, Kemal Muhtar, Sait Cemal, Aleksandr Zoeros Paþa, Ahmet Sadi, Cemalettin Muhtar, Rýza Arif ve diðerleri. Bu kiþilerin de ayný þekilde, yurdumuzda mikrobiyolojinin geliþmesinde ve yerleþmesinde önemli katkýlarý olmuþtur.

 




 




Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat